Geçtiğimiz günlerde Balıkesir Sındırgı’da yaşanan 6.1 büyüklüğündeki deprem, yine hepimizin yüreğini ağzına getirdi. Birkaç saniye süren sarsıntı, bir ömrü alt üst etmeye, bir şehri sessizliğe gömmeye yetti. Acımız taze, yaralarımız yeni…
Ama asıl mesele şu: Bu filmi daha önce defalarca izledik ve sonunu da biliyoruz. Yine de hiçbir sahnesini değiştirmiyoruz.
Deprem gerçeğini konuşurken hep “Ne zaman olacak?” sorusuna takılıyoruz. Oysa soruyu değiştirmenin zamanı geldi: “Biz ne kadar hazırız?”
Hazır mıyız? Şehirlerimiz, evlerimiz, okullarımız, hastanelerimiz, köprülerimiz… Ve biz insanlar, yani bu binaların içinde yaşayan milyonlar…
İstanbul için yapılan bilimsel uyarılar artık birer kehanet değil, soğuk bir matematik hesabı. Marmara fay hattı sessiz ama öfkeli; günü geldiğinde bu sessizlik büyük bir gürültüye dönüşecek. Ne zaman mı? Tarih veremem, ama şunu söyleyebilirim: zamanımız yok! Şansımız devam ediyor.
Bugün Balıkesir’de yıkılan bir bina, yarın İstanbul’da binlerce olabilir. Bugün 237 artçı sarsıntı yaşayan bir kasaba, yarın milyonlarca insanın yaşadığı bir metropol olabilir. Biz hâlâ “kentsel dönüşüm”ü kâğıt üzerinde konuşurken, betonun dili çoktan konuşmaya başladı.
Deprem öldürmez, ihmal öldürür derler ya… Bu cümle klişe gibi görünse de, her enkazın başında gerçeğe dönüşüyor. Biz, enkazın başına gitmeden, kayıplarımızı saymadan, yüzlerce mezar kazmadan harekete geçmeyi öğrenemedik.
O yüzden buradan çağrımı yineliyorum:
- Evimizi güçlendirmek, komşumuzu uyarmak, belediyemizi zorlamak bizim elimizde.
- Afet çantası hazırlamak, deprem tatbikatı yapmak, çocuklarımıza güvenli davranışları öğretmek bizim elimizde.
- En önemlisi, beklemek yerine hazırlık yapmak bizim elimizde.
Balıkesir’deki deprem bize bir kez daha fısıldadı: “Ben geliyorum” dedi.
Biz duyduk mu? Yoksa hâlâ sessizliğin rahatlığına mı sığınıyoruz?
Deprem beklenmez. Depreme hazırlanılır. Biz neyi seçiyoruz?



